Nanashi

BİRİNCİ BÖLÜM



   Karamsarca odama baktım. Küçük, kutu gibi bir odaydı. Köşedeki süssüz dolap ve pencere dibindeki koltuk dışında hiç mobilya yoktu. Zaten mobilya için yer de yoktu. Camlar parlayana kadar silinmişti. Eski, tozlu perdeler kaldırılmış yerine parlak renkli bir tül asılmıştı. Yayları çıkmış koltuk bile pırıl pırıl örtüsüyle yeni gibi görünüyordu. Aslında "benim" odam sayılmazdı. Sadece geceleri yatağımı serdiğim odaydı burası. Uyanır uyanmaz yatağımı toplayıp odadan çıkmam bekleniyordu. Bir kenarda her geçen gün daha da büyüyen ütülenecek giysiler yığını bulunurdu, -şimdi kaldırılmıştı tabi- haftanın iki veya üç gününü onları ütüleyip katlamakla geçirirdi annem.

   Evdeki ölüm sessizliği odanın parlak, cıvıl cıvıl havasıyla tam bir tezat oluşturuyordu. Birden odada bir eksiklik hissettim. Çevreme daha dikkatli baktığımda sadece birkaç saat önce dolabın yanında bir boy aynası gördüğümü hayal meyal hatırlar gibi oldum. Muhtemelen birisinden -belki bir akraba veya komşudan- sadece bugün için ödünç alınmıştı. Artık burada olmadığına göre sahibi geri almış olmalıydı.

   Acele etmem gerektiğini biliyordum, ama her şey öyle çabuk olmuştu ki hala kafam karışıktı. Olanlardan korkuyor, gelecekte olabilecek şeylerden endişe duyuyordum. Şu an için yapabileceğim tek bir şey olmasına rağmen kendimi hareket etmeye ikna edemiyordum. Olanları her hatırlayışımda bedenim titremeye başlıyor, midem bulanıyordu. Ruh halim öyle hızlı değişiyordu ki hem gülmek hem ağlamak istiyordum. Hem üşüyor hem sıcaktan bunalıyordum.

   Sonunda kendimi hareket etmeye ikna ederek terli ellerimi üzerimdeki beyaz elbisenin eteklerine sürdüm. Bir an önce üstümü değiştirmek istiyordum. Çünkü burada -bu odada- bulunmaya artık hakkım yoktu. Titreyen adımlarla kalbim güm güm atarak dolaba yaklaştım. Giysi yığınının altında bir yerden bir valiz bulup çıkardım ve en çok ihtiyacım olacağını düşündüğüm giysileri içine düzensizce tıkmaya başladım. Dışarda çok uzaklardan hafif bir uğultu sesi duyulmaya başlamıştı. Muhtemelen fazla vaktim kalmamıştı. Valizi tıka basa doldurup zar zor kapattıktan sonra üzerimdeki her şeyi çıkardım. Gideceğim yere, bana bugünü hatırlatacak tek bir eşyayı bile götürmeye niyetim yoktu. Uyduruk küpelerimi ve boynumdaki sahte incileri çıkarıp beyaz elbisenin üstüne attım. Son olarak saçlarımdaki tokaları da çıkarıp saçlarımı saldım. Yanıma giymek için ayırdığım her şeyi üstüme geçirdim. Kış yaklaştığı için birkaç kat kazak giymiş onların üstüne de kalın bir ceket geçirmiştim. Altımda en kalınlarından seçtiğim kat kat etek ve çorap vardı.

   Derin bir nefes alarak cesaretimi topladım ve hazırladığım çantayı kaptığım gibi kendimi evden dışarı attım. Uğultu sesleri birden öyle yakın gelmişti ki bir an için korktum. Yavaş yavaş yaklaşan bir kalabalık vardı ama hala oldukça uzaktaydı. Yüzlerini ayırt edemiyordum. Zaten kalabalığın başını kimin çektiğini görebilmek için durup beklemeye de hiç niyetim yoktu. Beni götürecek olan araba evin hemen önünde bekliyordu. Çevredeki binaların pencerelerinden sarkan, beni göstererek fısıldaşan insanları duymamazlıktan gelerek iki kahverengi atın çektiği araca yaklaştım. Aracın kutu gibi gövdesinden minik bir kapı açıldı ve tombul parmaklı bir el beni içeri çağırdı. İçeri adımımı atar atmaz bir kırbaç sesiyle birlikte araba hareket etmeye başladı ve kendimi sert koltuklara atacak vakti ancak buldum.


*       *       *

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder